Bülent KEPENEK / EVRENSEL
Evrensel okurları, Ercüment Akdeniz’i işçi haberleriyle tanır. Daha önce Çağlayan’da işçilerin yaşadıkları sorunlar, mücadele ve örgütlenme deneyimleriyle ilgili haberler yapan Akdeniz’in, son dönemde yine bu bölgede yoğunlaşan mülteci işçilerle ilgili röportajları da gazetemizde yayınlanmıştı. Akdeniz, çoğunluğu Çağlayan’daki mülteci işçiler olmak üzere, yine İstanbul’da Bağcılar’daki, Antep, Adana, Hatay, Kayseri ve İzmir’deki mülteci işçilerle yapılan görüşmeleri topladığı bir kitap hazırladı. “Suriye Savaşının Gölgesinde Mülteci İşçiler” adlı kitap Evrensel Basım Yayın tarafından yayınlandı.
Ercüment Akdeniz’le “Milliyetçi ve şovenist kışkırtmalara karşı bir panzehir olmasını” dilediği kitabı hakkında konuştuk. Akdeniz, kitabının çıkış noktasını “Türkiyeli işçiler yanı başlarındaki mülteci işçi kardeşlerini tanısın istedim” diye anlatıyor.
Ülkemizde yaşamını çeşitli şekillerde sürdüren yaklaşık 3 milyon mülteci var; siz röportajlarınız için özellikle işçi olanları seçtiniz. Neden?
Çağlayan’da muhabirlik yaptığım sırada, Afgan, Tatar çok sayıda mülteci işçiyle yüz yüze geliyordum. Aslında Suriye iç savaşından önce başlamış bir çalışmaydı, ama savaştan sonra ağırlıklı olarak Suriyeli işçileri konu aldım. Bugün etrafımızda daha çok gördüğümüz mülteciler, parklarda yatan, trafik ışıklarında bekleyen üretimden kopmuş olanlar. Öncelikle bütün mültecilerin böyle olmadığının bilinmesi lazım.
Neden özellikle işçileri seçtiğime gelince… Hem kendilerinin hem de üretimden kopmuş diğer mülteci kesimlerin sorunlarını ve taleplerini açıklıkla ifade edebilecek tek kesim işçi sınıfı olduğu için özellikle onları seçtim.
‘MİSAFİR’ KAVRAMI KILIF OLDU
Kitabının hemen başında savaş ya da ekonomik nedenlerle ülkemize göç etmek zorunda kalan insanlar için kullanılan göçmen, sığınmacı, mülteci, misafir gibi nitelendirmeleri tartışıyorsun. Ne şekilde adlandırıldıkları çok mu önemli?
Evet, önemli çünkü o insanlara verilen isimlere göre hakları tanınıyor. Örneğin hükümet Suriye’den gelen yüz binlerce insan için “onlar misafirimiz” diyor. Böyle bir kavram uluslararası hukukta yok. Dolayısıyla bu insanlar herhangi bir hukuki statüye ve bunlardan kaynaklı haklara sahip olamıyorlar. Misafir kelimesi belki kulağa hoş geliyor ama bu kavram hükümetin bu insanların haklarını tanımamasının kılıfı oluyor. Bu nedenle ben uluslararası hukukta kullanılan en üst kavram olan mülteci kavramını kullanmayı tercih ettim. Çünkü bu insanların mültecilikten doğan barınma, çalışma gibi her türlü hakları tanınmalı, hatta eşit vatandaşlık hakları olmalı.
Böyle bir statünün tanınması milliyetçi, şovenist propagandadan etkilenmiş kitlelerin tepkisini artırmaz mı? Mülteciler bu tepkiden nasıl korunacak?
Burada devletin tutumu çok önemli. Devlet isterse bunları engelleyebilir. Bir kere bunlar insan ve çok kötü koşullarda yaşıyor. Ayrıca siz dünyanın en güzel koşullarını sunsanız da bir kısmı savaştan sonra geri dönecek, çünkü vatan özlemi başka bir şey. Ama birçoğu da dönmeyecek ve devlet bunlara insanca yaşam olanakları sağlamalı, milliyetçi ve şovenist propagandadan vazgeçilmeli.
İŞÇİLER DİPTE YARIŞTIRILMAK İSTENİYOR
Hükümetin “mülteci işçilerin Türkiyeli işçilerin çalışmak istemediği yerlerde istihdam edileceği” açıklamasını nasıl değerlendirdin?
Türkiyeli işçilerin çalışmak istemediği yer diye bir şey yok. İnsanlar yüzlerce arkadaşını kaybettikleri madenlerde bile asgari ücretle çalışmak için sıra bekliyor. Hükümetin burada yapmaya çalıştığı şey işçileri dipte yarıştırmak. Zaten savaştan önce de böyle bir politika vardı. Çalışma şartları açısından Türkiye’yi AB’nin Bangladeş’i Pakistan’ı yapmak. Tabii bu Türkiye’ye özgü bir durum değil, sermayenin tüm dünyada uyguladığı bir politika.
Peki, bu tutum karşısında Türkiye işçi sınıfı nasıl bir tavır sergilemeli?
En dipte yapılan bir yarışın kimseye faydası olmaz. Bu yüzden en üstteki hakları elde etmek için birlikte mücadelenin koşullarını oluşturmalı. Tabii bu arada CHP’nin, Türk-İş’in
-niyetleri bu olmasa da- Suriyeli işçileri hedef gösteren, ırkçılığa zemin oluşturabilecek “Türk işçisi dururken neden Suriyeli çalıştırıyorlar!” gibi açıklamaları oldu. Bunların terk edilmesi gerekir.
Türkiye işçi sınıfının bilinç durumuyla Suriye, Irak gibi ülkelerdeki işçilerin bilinç durumunu karşılaştırsanız ne söylersin?
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki bütün eksikliklerine rağmen, bu bölgenin en modern ve bilinçli işçi sınıfı, Türkiye’de. Mülteci işçilerin sınıf bilinci çok daha geri. Irak, Suriye gibi ülkelerde Sovyetler Birliği etkisiyle bazı sembolik günler kutlanıyor. Örneğin 1 Mayıs devlet kurumlarına tatil, ama işçiler çalışıyor ve 1 Mayıs’ın ne olduğuna dair en ufak bir fikirleri yok. Bu açıdan da Türkiyeli ve mülteci işçilerin ortak mücadelesi önemli. Kalırlarsa bu mücadelenin bir parçası olacaklar, giderlerse de burada kazandıkları mücadele deneyimini ülkelerine taşıyacaklar.
Enternasyonalizm daha somut bir hal aldı yani…
Kesinlikle! Artık enternasyonalizm sadece başka ülkelerdeki işçilerin mücadelesiyle dayanışmanın değil, aynı tezgahta çalıştığı işçiyle ortak mücadeleyi geliştirmenin de adı.
ŞANSSIZ DURAK; TÜRKİYE
Mülteci işçilere ulaşmak onlarla görüşmek zor olmadı mı?
Çok zor oldu. Bir kere o işçilerle aynı tezgahta çalışan, aynı masada yemek yiyen işçiler olmadan görüşmeniz çok zor. Benim şansım bu ilişkiyi kuracak işçi tanıdıklarımız olmasıydı. Yine Çağlayan İşçi Derneği, yaptığı çalışmalar sayesinde işçiler arasında bir güven oluşturmuş. Buna rağmen gerek bazı siyasi grupların saldırıda bulunması tehlikesi gerekse ülkelerindeki rejimin tehdidinden dolayı konuşmaktan kaçındı çoğu. Konuşanlarınsa resimlerini stilize ederek gizlemek durumunda kaldık kitapta.
Buradaki mülteci işçilerin en temel sorunu ne?
Türkiye’yi “şanssız durak” olarak niteliyorlar. Belki kaçabildikleri, hayatta kalabildikleri için şanslı olabilirler ama mülteci hakları ve yaşam koşullarına bakılınca Türkiye gerçekten de şanssız bir durak. Çünkü başta da söylediğim gibi bir statüleri yok, statü olmayınca da hiçbir haktan yararlanamıyorlar. Ayrıca ilk başta diğer etnik ve mezhepsel gruplarla bir arada olmaktan kaynaklı güvenlik kaygısı da yaşamışlar ama işçi olmalarından kaynaklı beraber çalıştıkça bu kaygı ortadan kalkmış.
Şanslı durak neresi peki?
Avrupa…
AFGAN İŞÇİ ÇOCUKLARI UNUTAMIYORUM
Bu çalışmayı yaparken seni en çok ne etkiledi?
Kitabın büyük bölümünü Suriyeli işçiler kapsıyor, ama beni en çok etkileyen Afgan işçi çocukların kaçış hikayesi oldu. Her şeyden önce onlar birer çocuk ve yetişkin bir insanın bile dayanamayacağı koşullarda kaçıp gelmişler. Ve bu çocuklar BM mülteci statüsünde olmalarına rağmen o kadar kötü koşullarda çalışıp yaşıyorlardı ki, vay BM’nin haline diyor insan. Öyle ki durumu anlatmak için gazetecilik yetersiz kaldı. Sonrasında bir daha ulaşamadım zaten o çocuklara, ne oldu bilmiyorum…
ŞOVENİST ZEHİRE KARŞI PANZEHİR OLSUN
Her çalışmanın bir hedef kitlesi vardır, senin hedef kitlen hangisiydi?
Toplumun tüm kesimleri… Partiler, sendikalar, üniversiteler… Zaten bu alanda yapılmış çok çalışma yok, birçok kesim kaynak olarak faydalanabilir. Ama asıl olarak ben direkt Türkiye işçi sınıfını muhatap alarak yaptım bu çalışmayı. Yanı başındaki mülteci işçi kardeşini tanısın istedim. Bu yüzden de uzmanlardan akademisyenlerden görüş ve destek almadım, gerçeği çıplak olarak vermek istedim. Çünkü henüz bu mülteci işçiler, büyük fabrikalarda, modern sanayide çalışmaya başlamadılar. Hükümetin bu yöndeki adımları gerçekleşirse ırkçılığın sürekli kışkırtıldığı bu iklimde çok daha büyük olaylar çıkma riski var. Ben bu şovenist zehire karşı bir panzehir olması amacıyla yaptım bu çalışmayı. Antep’ten, İzmir’den, Kayseri’den ve daha birçok yerden genç muhabir arkadaşlarımın çok önemli katkıları oldu.
Peki, ne olursa bu kitabın yazılış amacı hasıl olur?
Tabii ki herkesin okumasını isterim. Ama işçi sınıfının temel direği büyük fabrikalardır. Bu yüzden yakın zamanda buralara gelmeye başlayacak mülteci işçilerden önce bu kitap, o fabrikalara girer, oradaki işçilerce okunur ve gelenin düşmanı değil sınıf kardeşi olduğunu görmesine ve onunla ortak mücadele örgütlemesine yardım ederse amacına ulaşmıştır. Daha önce Kürtlere karşı da benzer bir propaganda yürütüldü ve bu kamplaşmadan bir bütün olarak işçi sınıfı zarar gördü. Yine işçi sınıfı içindeki milliyetçi ön yargılara karşı barışı ve kardeşliği örgütleyen insanlara bir katkısı olursa, bu kitap amacına ulaşmış olur.
TÜRKİYELİ İŞÇİLERİ YÜZLEŞTİRMEK İSTEDİK
Kitabın arkasında mültecilere dönük linç olaylarını konu alan gazete haberlerinin yer aldığı, oylumlu bir bölüm var… Buradaki amaç neydi?
Aslında mülteci işçilere dönük linçlerle ilgili haberlere bu toplum yabancı değil. 60-70 yıllarda Almanya’ya giden Türkiyeli işçiler bu tarz saldırılara uğradı. Biz de bu tarz gerilimlerin olduğunu biliyorduk ve kitap çalışmamıza da aslında bu tip saldırılar olmasın diye başladık. Ancak çalışmanın henüz yarısına geldiğimizde saldırı haberleri düşmeye başladı. Bu haberleri kitaba da alarak Türkiyeli işçileri yanı başında, aynı tezgahta çalıştığı işçi arkadaşının linç edilmesiyle yüzleştirmek istedik.
https://www.evrensel.net/haber/97530/multeci-isci-kardeslerini-tanisin-diye