1871 baharıydı… 18 Mart Devrimi’nin üzerinden neredeyse bir ay geçmişti ve kuşatma altındaki Komün hâlâ dimdik ayaktaydı.
Enternasyonalin gözü kulağı Paris’in üzerindeydi. Gelişmeleri Londra’da, sürgünde takip eden Karl Marx, dört yana mektup ve makaleler yetiştiriyordu. Mektuplardan bir kısmı doğrudan Paris’e, devrimin içine giderken; diğerleri çeşitli ülkelerdeki Enternasyonal üyelerine ulaşıyordu. 12 Nisan 1871 tarihli mektup Almanya’nın Hannover kentine ulaştığında Ludwig Kugelmann şu satırları okuyacaktı:
“Ne büyük bir esneklik, ne büyük bir tarihsel girişkenlik, ne büyük bir özveri yeteneği ile bezeli şu Parisliler! Düşmandan da çok iç ihanet tarafından 6 ay boyunca aç bırakılıp yıkıma uğratıldıktan sonra, sanki Fransa ile Almanya arasında hiçbir savaş olmamış, sanki yabancı hiçbir zaman Paris kapılarına dayanmamış gibi, Prusya süngüleri altında başkaldırıyorlar!”
SAVAŞA KARŞI ENTERNASYONALİZM
1871 Paris ayaklanmasına ruhunu veren şey, ta 1848’de Enternasyonal tarafından yayımlanan Komünist Manifesto ilkelerinde saklıydı: Yeni sömürü alanları ve paylaşım savaşlarına gözünü açan kapitalizm “ulusal” örtü arkasına saklanıyor ve emekçi sınıfları birbirine boğazlatıyordu. Oysa Manifesto bunun karşısına sınıf savaşını koyuyor ve işçi sınıfına ulusal sınırları aşan enternasyonal bir mücadele çağrısı yapıyordu. Enternasyonal (Uluslararası Emekçiler Derneği), “ulusal” örtü arkasına sığınarak devreye konan haksız savaşlara karşıydı.
Aslında 1871’e gelmeden önce de Fransa bir devrimler ve ayaklanmalar ülkesiydi. 1789 burjuva devrimi, domino taşları misali bütün monark yapıları peş peşe devirmiş, çağa damgasını vurmuştu. Ama 1789’un ortaya çıkardığı burjuva demokratik yapı -özgürlükler alanını genişletmekle birlikte- işçi sınıfının taleplerini kulak arkası etmişti.
Öte yandan, burjuva parlamenter sistem ile yeniden monarşiye dönme girişimleri (darbeler, komplolar vs.) kafa kafaya tokuşmaktan hiç vazgeçmedi. Ne ki 1830 ve 1848 ayaklanmalarında bağımsız bir sınıf olarak varlığını hissettirmeye başlayan proletarya, hem burjuva “yeni düzen”in hem de eskiyi arzulayan monarşizmin temellerini sarsmıştı.
1848 Devrimi’nin kanla bastırılmasını 1852 Bonapartist darbesi izledi. Bonaparte, Fransa’yı içeride baskı ve yasaklarla yönetmeye çalışırken, -gerici rejimini ayakta tutmak adına- dışarıda hep bir savaşa gereksindi. Prusya (Eski Alman imparatorluğu) ile yaşanan muharebeler ise Bonaparte rejiminin istikrarı için bulunmaz fırsatlardı.
Emekçileri birbirine boğazlatan savaş girişimleri karşısında Marx ve arkadaşları proletaryaya şu çağrıyı yapacaklardı:
“Savaş adil midir? Savaş ulusal mıdır? Hayır! Savaş bir hanedan savaşıdır. İnsanlık, demokrasi ve Fransa’nın çıkarları adına, Enternasyonalin savaşa karşı protestosuna tamamen ve var gücümüzle katılıyoruz…”
Paris Komünü bu çağrının en ete kemiğe bürünmüş en gerçek haliydi. Bonaparte’ın Prusya yenilgisine içeride burjuvazinin alçakça ihaneti eklenmiş; imzalanan teslimiyet anlaşmasıyla, halkın elinde bulunan 400 topa el konulmasına karar verilmişti. Paris halkı, bu teslimiyete, tam 500 barikat kurarak ve halkın vergileriyle alınan topları şehrin en yüksek tepelerine çıkararak karşılık verecekti.
18 Mart’ta başlayan ayaklanma ve 28 Mart’ta ilan edilen Komün, Bonaparte’ın gerici savaşına ve Versailles Hükümetinin halk düşmanı politikalarına açık bir meydan okumaydı. Komünarlar, savaşın ve Bonaparte sömürgeciliğinin sembolü Vendome Sütunu’nu yere yıktığında, barikatlarda elden ele şu bildiriler dolaşacaktı:
Yurttaşlar!
Militarizme artık yeter!
Altın sırmalıların yönetimine her düzeyde son!
Halka, çıplak elli savaşçılara yol açın!
28 MART İLANI
Komün sadece bir tepki hareketi değil, proleter devrimin pratik inşa hareketiydi. “Komün” diyordu bu yüzden Marx; “Özünde, bir işçi sınıfı hükümetiydi, üretici sınıfların ürünlerine el koyan, sınıfa karşı mücadelesinin bir ürünüydü, emeğin ekonomik kurtuluşunu gerçekleştirebilmek için en sonunda bulunmuş siyasi biçimdi.”
26 Mart’ta yapılan Komün seçimleri, tarihte bu ilk proleter devrimi; Lenin’in ifadesiyle “Eksik ve dayanaksız da olsa ilk sosyalist hükümet”in mihenk taşlarından biri oldu. 28 Mart’ta Komün ilan edildi ve halka bildirilen buyrultular sadece Komün’ün değil; sosyalist bir geleceğin yapı taşlarını da örmeye başladı. Buna göre; işçi birlikleri fabrikaların yönetimini üstlenecek ve ülke çapında bir federasyon içinde birleşecekti. Fırın işçileri için gece çalışması ve patronal ceza sistemi son bulacaktı. Bütün işçilere yaşamak için gerekli asgari ücret sağlanacaktı vs.
Komün bildirgelerinin diğer yönünü ise demokratik önlemler oluşturuyordu. Kilise ile devletin ayrılması, zorunlu parasız laik okul, parasız adalet, seçilenlerin görevden geri alınabilmesi, yargıçlar ve yüksek görevlilerin seçimi, sürekli ordunun kaldırılıp yerine silahlı halkın geçirilmesi, belediyesel özerklik gibi önlemlerdi bunlar.
AVRUPA ÜZERİNDE DOLAŞAN HAYALET
Ulusal bankaya el koymamak, kır ve köylülüğün desteğini yeteri oranda sağlayamamak, vakti geldiğinde kaçkın Hükümet güçlerinin toplandığı Versailles’in üzerine yürümemek gibi kritik hataları da vardı Komün’ün. Böylece ayaklanma Paris’e sıkışıp kaldı.. Bu da yenilginin başlangıcı demekti.
Sonrası, vahşi intikam sahneleri ve sokaklara kurulan infaz mangalarıydı. 1848’de yaşanan kıyım 1871’in yanında ‘çocuk’ kalırdı!
Paris’te “Göğü fethe çıkanlar”ın iktidarı sadece 72 gün sürmüştü. Ama 26 Mart’ta Komün seçimleriyle oluşan organlar ve 28 Mart’ta Komün’ün ilanıyla yayımlanmaya başlanan buyrultular; Rus işçi devrimi kadar diğer halk ayaklanmalarının da tecrübesi oldu.
Komünist Manifesto’da “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor” diye boşa yazmıyordu. Zira ölüm insana mahsustu; devrimlere ve ‘hayalet’lere değil.
28 Mart 2018
https://www.evrensel.net/haber/348786/paris-komunu-ilan-edilirken